Welcome to Our Website

TBMM’de Bütçe Görüşmeleri… Özgür Özel: “Vergi Sistemini Artık Tabana Değil, Tavana Yaymanın Zamanı Gelmiştir”

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’ın da katıldığı TBMM Genel Kurulu’nda 2024 bütçesinin görüşmelerinde, “Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcım, seçimden önce defalarca ‘gelecek’ dediğiniz gelmeyen, seçim garantisi isteyen, seçimden sonra yetki isteyen, ‘Ben bilirim’ diyene; ‘Öyle dersen olmaz. Bunu dünyanın bildiği gibi yapacağız’ diyen, kendi deyimiyle ‘irrasyonel politikaları terk edip rasyonel işler’ yapacak olan Bakanınız Mehmet Şimşek, daha geçen hafta ‘Vergiyi tabana yaymak durumundayız’ dedi. Bir ezberden kurtulup yüzde 89’unu garibanların yüzde 11’ini kodamanların verdiği bu vergi sistemini artık tabana değil, tavana yaymanın zamanı gelmiştir. Beyefendiye onu hatırlatın. Bu konuştuğumuz konu, gerçekten iç daraltıcı bir konu. Ama emin olun ne tekniktir ne teoridir. Tamamen siyasidir. Siyaset, öncelik belirleme işidir. Siyaset, tarafını belirleme işidir. Siyaset taraf olma, taraf tutma işidir. Bu bütçede eğer siz, bu yüzde 89’u veren garibanlardan taraf olacaksanız bu bütçeye bizimle birlikte ‘hayır’ diyeceksiniz. ‘Yok, bu kirli düzen sürsün’ diyecekseniz o zaman ‘yüzde 11, 11’de kalsın’ deyip bu beyefendilerin getirdiği bu bütçeye ‘evet’ diyeceksiniz. Bu sizin vicdanınızla sizin aranızda olandır” diye konuştu.

TBMM Genel Kurulu’nda 2024 Bütçe Kanunu Teklifi’nin görüşmeleri bugün başladı. CHP Genel Başkanı Özgür Özel şunları söyledi:

“CUMHURİYETİN İKİNCİ YÜZYILININ İLK BÜTÇESİNDE KARŞINIZDA OLMANIN HEYECANI VE SORUMLULUĞU İÇİNDEYİM”

“Bütçe görüşmeleri hem bu Meclis açısından hem hangi Meclis’te görüşülüyor olursa olsun son derece önemli, teknik tarafı olan, bir yandan da bir ritüeli olan, bir yandan rakamların konuşulduğu ekonomik göstergelerin konuşulduğu ama diğer yandan ülkenin politikasının tamamının değerlendirildiği, tarımdan savunma sanayine, milli eğitim politikalarından çevre politikalarına kadar tüm bir siyasetin hep birlikte tartışıldığı çok önemli müzakerelerdir. Bütçe konuşmaları elbette yapıldıkları tarihin gündelik tartışmalarına elbette o günün hararetini barındırırlar. Tutanakta yerlerini alıp yıllar sonra da incelenecek metinler oldukları için aşkın zamanlı metinler olmaları ve geleceğe de söz söylüyor olmaları gerekmektedir. Bu anlamda bugün Cumhuriyetin ikinci yüzyılının ilk bütçesini yapıyor olmak, bu bütçe üzerinde konuşuyor olmak ve bu bütçe üzerinde tam 14 gün boyunca müzakere yapacak olmak bambaşka bir yükü, bambaşka bir sorumluluğu bu kürsüyü iki hafta boyunca kullanacak herkesin omuzlarına yüklemektedir.

Cumhuriyetin ilk bütçesini yapmış, büyük bir kalkınmayı gerçekleştirmiş, büyük bir sıçramayı başarmış; bırakın sanayileşmeyi toplu iğnesi bile yokken Sümerbankları kurmuş, uçak fabrikaları kurmuş, kağıt fabrikaları kurmuş, bankalar kurmuş, atılımlar yapmış, kendi aşısını üretmiş aşılarını dünyaya ihraç etmeyi başarmış genç bir Cumhuriyetin ilk dönem kurucu iradeyi temsil eden kurucu kadrolarının kurduğu partinin bugünkü genel başkanı olarak Cumhuriyetin ikinci yüzyılının ilk bütçesinde karşınızda olmanın heyecanı ve sorumluluğu içindeyim.

Parlamentoda 335 arkadaşımız ilk kez bütçe yapmanın heyecanını yaşıyorlar. Daha önce 265 arkadaşımızla 5 kez bütçeleri tartışmıştık. Parlamento ile bütçe, Meclis’te yer almak ile bütçe hakkı egemenliğin kullanılmasıyla, bütçe hakkının kullanımı arasında varoluşsal bir ilişki var. Birbirinden beslenen ve birbirinden ayrılmaz iki haktan bahsediyoruz. Bütçe hakkı yani gelirleri, kamu harcamalarını ve giderleri belirleme açısından son derece önemli son derece kıymetli bir hak. Giderleri belirleyeceğiz, onaylayacağız, denetleyeceğiz, gelirlere karar vereceğiz. Bütçe hakkı dediğiniz devletin vergileri toplayan sağ eliyle, hizmeti yapan şefkatli sol elinin dengesinin kurulmasıdır. Hep beraber 2 hafta boyunca bu dengeyi konuşacağız ve bunun üzerinde tartışacağız.

“1876 MECLİS-İ MEBUSAN İLE BİRLİKTE BÜTÇE HAKKI ELDE EDİLDİ”

1215’te İngiltere Kralı Yurtsuz John Times Nehri kenarında ayaklananlarla bir anlaşma imzaladı. O günden beri toplanacak bütçenin, toplayan dışında birileri tarafından da tartışılıyor olması gündeme geldi. O anlaşmayı bir çayırda imzaladılar bir şatoları olmadığı için, bir sarayda toplanamayacakları için değil; tarafsızlığa ve eşitliğe vurgu yapmak için çayırdaydılar. 1215’ten 1689’a kadar yeniden anlaşmazlıklar, savaşlar, yeni anlaşmalarla bir süreç gitti ama 1689 Haklar Beyaannamesi’nde artık bütçelerin bir yıllığına yapılması, toplanacak paraların ve yapılacak hizmetlerin yazılı olarak verilmesi ve bu konuda vergiyi vereceklerin ve hizmeti alacakların rızasının açıkça alınması yani bugün yaptığımız bütçeye benzer bütçelerin yapılması söz konusu oldu. Bunun insanlık açısından en önemli kazanımlardan biri olduğu konusunda anayasacıların hiçbir çelişkisi, şüphesi yok.

Avrupa’dan ve dünyadan çok gecikmeli olarak 1808 yılında Sened-i İttifak, padişah ile ayanlar arasında, padişahın yetkilerinin kısıtlanmasına doğru bir adım atılabileceğinin beyanı, demokrasi tarihimiz açısından hemen sonuç doğurmayacak olsa da ilk adım, anayasa sahibi olma süreci için kritik bir ilk adım gerçekleştirildi. Ardından 1876 Meclis-i Mebusan ile birlikte bütçe hakkı elde edildi ama 3 ay sonra kapanan Meclis 33 yıl boyunca kapalı kalacağı için bütçe hakkının kullanılması, gensoru hakkı, güvenoyu hakkı ancak İkinci Meşrutiyet ile birlikte 1908 yılına kadar beklenerek kullanılabilir hale geldi. Hiç şüphe yok 1808 Sened-i İttifak’ın önemi ortada. Bu konuda anayasacılar kıymetlendiriyorlar, bütçeciler kıymetlendiriyorlar. Bizim gibi bir demokrasi yürüyüşüyle övünenler bunun sonra bir Cumhuriyete sonra çok partili bir rejimi evrilmesinden gurur duyanlar Sened-i İttifak’tan övünerek bahsediyorlar.

“SAYIN NUMAN KURTULMUŞ ŞÖYLE DER”

2009 yılıydı AKP’nin Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan çıktı ve dedi ki, ‘Bu millete 200 yıldır istikamet dayatıyorlar.’ O gün 200 yıl geriye gidilince karşımıza Sened-i İttifak geldi. Padişahın yetkilerinin kısıtlanması ve tek adamın yetkilerinin ilk kez tartışılması. O tek adam rejiminden demokrasiye geçiş konusunda Recep Tayyip Erdoğan’ın temelden bir itiraz yaptığını kayda geçirmek isterim. Benzer bir yaklaşımda her ne kadar Meclis Başkanımız bugün tarafsız bir riyaset makamında oturuyor, sıcak tartışmaların içine girmiyor ya da girmemesi gerekiyor olsa da kendisinin partisinin genel başkanvekilliği yaptığı sırada sahiplendiği bir tanımlamayı da hatırlayarak sözlerimi açmak isterim. Sayın Numan Kurtulmuş şöyle der; ‘Biri genç Türklerden başlayıp bugünkü CHP’ye kadar gelen bir siyasi akım ve onun karşısında her aşamada 150 yıldır onlarla karşı karşıya gelmiş ikinci bir siyasi akım var. Türkiye‘de iki ana yol var biri; genç Türklerden CHP’ye giden yoldur, biri de bizim yolumuzdur’ der. Bunu bir kez, iki kez değil, görevi icabı Anadolu’nun dört bir yanında tekrarladı.

“BİZ ANAYASAYI VE MECLİS’İ SAVUNAN YOLUZ. DİĞER YOL MEŞRUTİYETİN İLANINDA SONRA MECLİS’İ 33 YIL KAPALI TUTAN YOLDUR”

Biz karşıtlıklar üzerinden bir siyaset örmeye bugün için pratik bir fayda yüklemesek de Numan Beyin ortaya koyduğu o iki yolun nereden başlayıp nelerle karşılaşıp nereye vardığını da hatırlamak gerekiyor. Örneğin; biz anayasayı ve Meclis’i savunan yoluz. Diğer yol Meşrutiyet’in ilanından sonra Meclis’i 33 yıl kapalı tutan yoldur. Biz İkinci Meşrutiyet için canını ortaya koyanların yoluyuz, diğer yol Damat Ferit hükümetinin yoludur. Biz Sevr’i yırtıp atıp Lozan’ı yapanların yoluyuz, diğer yol Sevr’e imza atanların yoludur. Biri İstanbul fetvasıyla Mustafa Kemal ve arkadaşlarına idam isteyenlerin yoludur, diğeri Ankara fetvasıyla milli mücadeleyi sahiplenenlerin yoludur. Biri milli mücadele aleyhinde bildiri yayınlayıp İngiliz uçaklarından attıran İskilipli Atıf’ın yoludur, diğeri Ankara Müftüsü milli mücadeleye destek olan Rıfat Börekçi’nin yoludur. Biri 6. Filo gelince ona karşı direnen solcu öğrencilerin karşısına dikilenlerin yoludur, bizim yolumuz 6. Filoyu denize dökenlerin yoludur. Bizim yolumuz Meşrutiyetler ilan eder, Meclisler kurar, tek adamın yetkilerini millete, Meclis’e verir, diğer yol 16 Nisan rejime kasteden anayasa değişikliğiyle bu Meclis’in elinden sözlü soruyu, gensoruyu, güvenoyunu alır Meclis’in yetkilerini saraya devreden yoldur.

Bugün bu tartışmanın Türk demokrasi tarihi açısından 200 yıllık, dünya demokrasi tarihi açısından 800 yıllık kazanımlardan dramatik bir geri gidişe itiraz olduğunu tespit etmek isterim. Hatırlatmak isterim ki Cumhuriyetin ilk çeyreğinde, Cumhuriyetin ilk bütçelerini CHP yaptı. CHP’nin, Cumhuriyetin kurucu kadroları, devleti gerçek anlamda güçlendirmenin en temel yolunun güçlü ve milli bir ekonomi yaratmak, toplumun refahını yükseltmek olduğunu gayet iyi biliyorlardı. 1923’te İzmir İktisat Kongresi’ni toplayarak başladılar. Toplumun tüm paydaşlarını bu kongreye davet ettiler. Alınan kararlar ışığında ülkede sermayenin çok kıt olduğu gerçeğine rağmen önce ulaşım altyapısını oluşturdular. Bütün Türkiye coğrafyasına yayılacak şekilde temel ihtiyaçların üretimi için fabrikalar, bankalar, ekonomik teşekküller kurdular. Bu öngörülü ve kararlı akıl 1929’da dünya ekonomik krizine anında ve doğru tepkiler vererek genç Cumhuriyetin erken dönem kazanımlarını korumayı başarıyordu. Hepimizin hala övünerek söylediği 10. Yıl Marşı’ndaki demir ağlarla örülen memleket, okuma yazma ve eğitim seferberliğiyle her yaştan yaratılan genç nüfus, kurulmuş yüzler kamu iktisadi teşekkülü, üretime dayalı bir ekonomiyle ülkemizi hızlı kalkındırdı.

Türkiye ekonomisi 15 yılda tam yüzde 196 büyüdü. Türkiye ekonomisi büyürken ve başarıya ulaşırken Cumhuriyetimizin kurucu kadrolarının feraseti ve öngörüsüyle ülkemiz İkinci Dünya Savaşı’nın dışında kalmayı, bir büyük yıkımdan, bir büyük savaştan belki toprak kayıplarından ama bir kenarda oluşan milli bakiyenin de ortadan kalkmasından bu toprakları ve genç Cumhuriyeti koruyordu. İkinci Dünya Savaşı oldu. Savaşından taraflarından askeri olarak kazananlar oldu ama ekonomik yıkım büyüktü. Ekonomik yıkım sırasında birileri hızla kalkınmaya, yaraları sarmaya, sanayileşmeye, bilime ve akılcı kalkınma programlarına sarılırken maalesef o dönemden itibaren artık Türkiye devrimcilik ilkesinin de ruhuyla, büyük bir seferberlikle hem iktisadi hem insani hem siyasi hem sosyal alandaki CHP’nin yaptığı devrimlerden ve yaptığı bütçelerden mahrum kalacaktı.

“SON 20 YILDAKİ YOKSULLAŞTIRAN, İŞSİZLEŞTİREN, EMEĞİ UCUZ İŞ GÜCÜ HALİNE GETİREN, BÜTÇELERİN BİR TEKRARI”

Cumhuriyetin ilk yüzyılının ilk çeyreğindeki bu büyük atılımdan sonra CHP uzun süre tek bütçe yapamayacak, tek başına bütçe yapmak, milli ekonomi yaratmak bu değerleri savunmak bu anlayışla yol yürüme imkanından ülke de mahrum kalacaktı. AKP, Cumhuriyetin ilk yüzyılının neredeyse son çeyreğinde bütün bütçeleri yaptı. AKP bu bütçeleri yaparken özellikle şu hedefi ortaya koyuyordu. ‘Biz Türkiye Cumhuriyeti’ni dünyanın en güçlü 10 ekonomisi içine sokacağız.’ Bugün üzülerek görüyorum ki bu bütçe Cumhuriyetin ilk çeyreğini kalkındıran, zenginleştiren, milli ekonomiyi güçlendiren bütçeleri örnek almak yerine; son 20 yıldaki yoksullaştıran, işsizleştiren, emeği ucuz iş gücü haline getiren, gelir adaletsizliğini büyüten, enflasyonla mücadele yeterliliği göstermeyen bütçelerin bir tekrarı.

“2071 YILINA REFERANS GÖSTERİLECEK KADAR KENDİNDEN DE ÜMİDİ KESMİŞ BİR İKTİDARLA KARŞI KARŞIYAYIZ”

Elbette burada 14 gün boyunca çıkacak ve bütçeyi destekleyecek çok değerli hatipler olacak. O hatiplerin önemli argümanlarından bir tanesi de AKP iktidarlarında 21 senede 540 milyar dolar kamu yatırımı yapılmış olması olacak. Matematiksel büyüklüğü baktığınızda çağrıştırdığıyla gerçekten övünülecek bir durum ve bekliyorsunuz ki Türkiye coğrafyasında 7 bölgeye dağılmış, on binlerce fabrikanın, büyük atölyelerin, istihdam ve katma değer yaratan çağı yakalayan yatırımlarının olduğu, ulaşım altyapısının çözüldüğü, hiçbir vatandaşın açlık sınırında yaşamadığı, üniversitelerin bilim ve teknoloji ürettiği, depreme, sele her türlü afete dirençli kentler haline geldiği bir ülke beklenir. Dünyanın 20 yıl gerisinden teknoloji hamleleri yapmakla övünmek yerine kendi ihtiyacımız olan yüksek katma değerli, inovasyona dayalı yüksek teknolojiyi, örneğin; yerli ve milli çipimizi üretebildiğimiz, ihraç edebildiğimiz, tüm ihtiyacımızı karşıladığımız bir sürece katkı sağlasaydı bu ortaya konan kamu yatırımları. Ama bunların hiçbirisinin ortada olmadığını ve bu bütçenin de böyle bir vizyon taşımadığını hep birlikte görüyoruz.

AKP geldiğinde hızla ortaya koyduğu bir hedef; ‘İlk 10 ekonominin içine gireceğiz.’ 2023’teyiz, bütçe konuşuyoruz, bütçeden sonra yıl değişecek ve hedef ilk 10 ekonominin içine girmekken bu ülkenin ilk 20 ekonomi içinde tutunmaya çalıştığı bir süreci hep birlikte yaşıyoruz. 2023 yılı için AKP’nin ortaya koyduğu kişi başına gayri safi milli hasıla 25 bin dolarken bu 2022’de 10 bin 616 dolar olarak gerçekleşti ve hedefin yarısında bile değil. Yine geldiklerinde Türkiye’nin 74. sırada olan kişi başına milli gelirini ilk 50 içine taşımayı vadederlerken bugün 78. sıraya gerilediğimizi yani üçlü koalisyon hükümetini, burada acımasızca eleştirdikleri ve Türkiye’nin en kötü yönetilen ekonomisi diye ifade ettikleri üçlü koalisyon kişi başına milli gelirde ülkeyi 74’te bırakmışken, ekonomiyi harika yöneten arkadaşlar 78. sıraya geriletmiş olarak karşınızda bütçe sunumu yaptılar. 2023 yılındaki ihracat hedefi 500 milyar dolardı ama şu anda bunun yarısına da ulaşılabilmiş değil. 2023 yılının ekonomi toplam büyüklüğü 2 trilyon dolar ifade edilmişti bugün bu rakamın yarısı noktasındayız. Burada görünen bir gerçek var. 10 yıl önce konulan 2023 hedefleri bugün 2053 hatta belki 2071 yılına referans gösterilecek kadar kendinden de ümidi kesmiş bir iktidarla karşı karşıyayız.

“10 KİŞİDEN 9’UNA DEVLET SÖZÜNÜ YERDE BIRAKARAK HEPİMİZİ MAHÇUP ETTİKLERİNİN DE ALTINI ÇİZMEK İSTERİM”

Bir pandemi yaşadık. Bütün dünya bu pandemiyle büyük bir sağlık tehdidiyle yüzleşti. Bundan sonra da böyle tehditlerin olacağı hatta bu yüzyılın pandemiler yüzyılı olacağını dünyadaki çok sayıda bilim insanının ortaklaştığı bir kabul. Hükümet buna karşı biyoteknolojiye, medikal teknolojiye selektif yatırımlar yapması gerekirdi, yapmadı. Rusya-Ukrayna savaşı büyük bir enerji kriziyle ve gıda kriziyle karşı karşıya bıraktı. Enerji ve gıda güvenliğine yönelik stratejik yatırımların yapılması beklenirdi bu yapılmadı. On binlerce yurttaşımızın hayatını kaybettiği bir depremle hep beraber yıkıldık. Arama kurtarmada, kurtarılanı yaşatmada, yaşatılanı barındırmada, barındırılanı eski hayatına döndürmede ikinci bir felaketi yaşadık. Bundan ders almak, hızlı, kararlı, bilimsel doğru adımlar atmak gerekirdi seçime endeksli bir hız vardı. Seçim kazanma kararlılığıyla bolca vaat vardı. Ama bugün Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısının verdiği rakamda, Osmaniye Valisinin ilan ettiği rakamda, Hatay raporunun ortaya koyduğu rakamda depremden etkilenen 10 ilde 6 Şubat tarihinde her 10 kişiden 9’unun barınma sorunuyla karşı karşıya olacağız, çadırda değilse konteynerda, konteynerda değilse çakma bir barakada olacağız ama, ‘bir yıl içinde evlerine ulaşmak isteyenler bize oy versin’ diyenlerin oyu aldıkları kişilerden 10 kişiden 9’una devlet sözünü yerde bırakarak hepimizi mahçup ettiklerinin de altını çizmek isterim.

Dirençli kentler için bilimsel ve doğru adımlar atılmalıydı, atılmadı. Sosyal devleti savunan, verimli üretimi ve sosyal politikaları önceleyen, yaşam hakkını hayatın her anında ve alanında sahiplenen bir siyasi parti olarak gıda krizine, sağlık krizine, barınma krizine, enerji krizine çözüm üreten bir bütçeyi görmek incelemek istedik ama böyle bir bütçe Meclis’e sunulmadı. 2024 bütçesi Cumhuriyetin ikinci yüzyılının ilk bütçesi olmasının öneminin yanında 6 Şubat yıkımından sonra ilk kez yapılan yıllık bir bütçe olmanın sorumluluğunu da taşımaktadır. Bu bütçe Cumhuriyetin ilk yüzyılının ilk çeyreğindeki gibi bütçe olsa örneğin; Sümerbankların, şeker fabrikalarının, limanların, uçak fabrikalarının bütçesi olsa bize kıskanan Almanya’nın durumuna benzer bir durumda oluruz. Bir tarafta bizi kıskananların üretime dayalı kar eden fabrikalarından aldığı vergiler bir tarafta kredi kartına temerrüt faizi uygulayanların, esnafın geri dönmeyen kredisine faiz uygulayanların, ödenmeyen krediler yüzünden ipotekli tarlaların satılıp karları şişen kamu ya da özel bankaları.

“KDV İADESİNİN KİME YAPILIP KİME YAPILMAYACAĞINA BİR PARTİNİN GENEL BAŞKANI KARAR VERECEK”

Vergi kamu hizmetlerinde harcanmak üzere devletin genel ya da yerel yönetimler eliyle doğrudan ya da dolaylı olarak topladığı tüm gelirlere vergi diyoruz. 6 Şubat’ta yaşadığımız depremin genel olarak kabul gören bir hesaba göre bize toplam maliyeti 120 milyar dolar. Bu önemli bir yıkım ve bu yıkımın altından kalkmak için MTV ikinci kez alındı, tüm ürünlerin KDV’leri en az 2 puan artırıldı, birçok harç yükseltildi. Örneğin yurt dışından cep telefonlarının kayıt ücreti önce 2 bin liradan 6 bin liraya sonra 20 bin liraya kadar çıktı. Üzerinde konuşulmazsa bu kadar büyük yıkımdan sonra böyle bir parayı toplamak için elbette yapılacak bunlar diyebilirsiniz. ya biri çıkıp da size, ‘bu para zaten bizde vardı’ derse. ‘Bu para vardı, cebimize girmek üzereydi ama iktidar birilerinin cebine girsin diye bu parayı devletin kasasına sokmadı’ derse. Son 5 yılda vazgeçilen gelirlerden bahsediyorum. Tam 152 milyar dolar. 6 Şubat depremi 120 milyar dolar kayıp yaratıyor son 5 yılda vazgeçilen vergilerin toplamı 152 milyar dolar. Burada 5’li çetelerden, yandaş müteahhitlerden devasa ihaleleri nasıl bu kadar ucuza aldığına şaşırılıp sonra bir gece yarısı Plan, Bütçe Komisyonu’na son dakika önerisiyle birikmiş vergi borçları affedilen devasa yapılardan onlardan alınmaktan vazgeçilen paraların toplamından bahsediyorum.

Daha geçen hafta KDV iadelerini belirleme yetkisi anayasaya açıkça aykırı olarak vergi ve vergiden vazgeçme bu Meclis’in terk edemeyeceği yetkisidir. Bunu bilmeyen bu Meclis’in yolunu bilmesin. Bu yetki gidildi yürütmeye devredildi. Yürütmenin başına devredildi. KDV iadesinin kime yapılıp kime yapılmayacağına bir partinin genel başkanı karar verecek. Hem sistemin çarpıklığı hem anayasaya aykırılık bir araya geldiğinde bir partinin genel başkanına birinin cebine para koyma birinin cebine para koymama yetkisinin verildiği bir tuhaf durumla karşı karşıyayız.

“GECELEYİN YASTIĞA BAŞINI KOYDUĞUNDA UYKUNUZU KAÇIRACAK MESELE BUDUR”

Ülkemizde vergi sistemine ilişkin eleştiriler iki noktada yoğunlaşıyor. Bunlardan birincisi, dolaylı vergilerle doğrudan verginin oranı. 100 lira vergi toplanıyor Türkiye’de toplam. Bu vergilerin 68 lirası dolaylı vergiler. 100 lira verginin 68 lirası kazanandan, kar edenden gelir vergisi, kurumlar vergisi olarak değil de tüketimi sırasında alınan vergi olarak alınıyor. Yani zengin ve fakir ayırt etmeden holdingin patronuyla kapıda güvenlikçisi aynı vergi sistemine tabi. Benzin alan taksici şoförden, mazot alan çiftçiden, çocuğuna mama alan babadan, çocuğuna bez alan işçi kadından, su tüketen emekliden ve yanan kaloriferi için doğal gaz parası ödeyen baba parasıyla okuyan öğrenciden alınan vergilerin oranı yüzde 68. İkinci itiraz, dolaylı olmayan vergilerin kendi içindeki dağılımı. Geriye 32 lira kaldı ya. Bunun 21 lirası yine çocuğuna bez alan işçinin maaşından, öğretmenin maaşından, emeklinin maaşından yani çalışanların maaşlarından kesilen gelir vergisi. Geriye tüm Türkiye Cumhuriyeti’nin 100 liralık vergisinin 11 lirası; üretim yapanlardan, para kazananlardan, ihracatçılardan, tacirlerden yani kazandıkları paralardan ödedikleri vergi. İşte bu mesele Türkiye Cumhuriyeti açısından, gelip de burada yemin eden hangi partiden olursa olsun her milletvekili açısından geceleyin yastığa başını koyduğunda uykunuzu kaçıracak mesele budur. Buna itiraz ediyor musunuz? Böyle bir bütçeye oy mu veriyorsunuz? Bu akşam buna karar vereceksiniz.

“YÜZDE 89’UNU GARİBANLARIN YÜZDE 11’İNİ KODAMANLARIN VERDİĞİ BU VERGİ SİSTEMİNİ ARTIK TABANA DEĞİL, TAVANA YAYMANIN ZAMANI GELMİŞTİR”

Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcım, seçimden önce defalarca ‘gelecek’ dediğiniz gelmeyen, seçim garantisi isteyen, seçimden sonra yetki isteyen, ‘Ben bilirim’ diyene; ‘Öyle dersen olmaz. Bunu dünyanın bildiği gibi yapacağız’ diyen, kendi deyimiyle ‘irrasyonel politikaları terk edip rasyonel işler’ yapacak olan Bakanınız Mehmet Şimşek, daha geçen hafta ‘Vergiyi tabana yaymak durumundayız’ dedi. Bir ezberden kurtulup yüzde 89’unu garibanların yüzde 11’ini kodamanların verdiği bu vergi sistemini artık tabana değil, tavana yaymanın zamanı gelmiştir. Beyefendiye onu hatırlatın. Bu konuştuğumuz konu, gerçekten iç daraltıcı bir konu. Ama emin olun ne tekniktir ne teoridir. Tamamen siyasidir. Siyaset, öncelik belirleme işidir. Siyaset, tarafını belirleme işidir. Siyaset taraf olma, taraf tutma işidir. Bu bütçede eğer siz, bu yüzde 89’u veren garibanlardan taraf olacaksanız bu bütçeye bizimle birlikte ‘hayır’ diyeceksiniz. ‘Yok, bu kirli düzen sürsün’ diyecekseniz o zaman ‘yüzde 11, 11’de kalsın’ deyip bu beyefendilerin getirdiği bu bütçeye ‘evet’ diyeceksiniz. Bu sizin vicdanınızla sizin aranızda olandır.

“BİZ TÜM İŞÇİLERDEN, EMEKÇİLERDEN, EMEKLİLERDEN TARAFIZ. BU BÜTÇEYİ GETİRENLERE SORUYORUM: SİZ KİMDEN TARAFSINIZ”

Cumhuriyetin ilk bütçesini yaparak, büyük bir kalkınma başlatan CHP, Cumhuriyetin ikinci yüzyılının ilk bütçesinde; vergi sistemi orta ve alt gelir gruplarına yük getirmeden değiştirecek, vergilendirilmeyen gelirlerin ve kesimlerin vergilendirilmesiyle yeni kaynaklar yaratacak, bu kaynağı özellikle kalkınma hamlesi başlatmak ve alt orta kesimin gelirini arttırmak için kullanacak, kaynak kullanımında tam bir şeffaflık gerçekleştirecek, kamu politikalarına güven sağlayacak düzenlemeleri, maddeleri, kalemleri, fasılları, tabloları görmediği için Plan Bütçe Komisyonu’nda bu bütçeye ret oyu vermiştir. Genel Kurul aşamasında da adaleti olmayan bu bütçenin karşısında duracak ve tarafını açıkça belli edecektir. Biz beyaz, gri, mavi yakalı tüm emekçilerden emeği ister plazada, ister tersanede, ister madende sömürülsün tüm çalışanlardan, tüm yoksullardan, tüm dezavantajlı gruplardan, 7 bin 500 TL’nin reva görüldüğü emeklilerden, esnaftan, çiftçiden ve işçiden tarafız. Bu bütçeyi getirenlere soruyorum: Siz kimden tarafsınız? Bu bütçeyi oylayacak olanlara soruyorum: Siz kimden taraf olacaksınız?

“ESKİNİN ORTA DİREĞİ OLAN ESNAF, MEMUR, İŞÇİ ARTIK YOKSUL. ESKİNİN YOKSULLARIYSA DERİN YOKSULLUĞUN ÇARESİZLİĞİ İÇİNDE”

Bir büyük ekonomik kriz yaşadığımız bu dönemde, bu memleketin -yani ‘hepimiz aynı gemideyiz’ diyor ya geminin- henüz batmamış olmamasını sakın kaptanın mahiyetine bağlamayın. Bu geminin büyüklüğünden, ne kadar sağlam inşa edildiğinden ve bugüne kadar bu gemiyi yüzdürenlerin emeğinden, bilgisinden, deneyiminden, tecrübesindendir. Bütün dünya, pandeminin ortak bir sonucu olarak enflasyon denen bir ekonomik sorunla karşı karşıya geldi. Bütün dünyanın ekonomistleri, ekonominin bir bilim olduğunun gerçeğinden hareketle, rasyonel politikalarla bununla mücadele etmeye başladılar. Amerika, enflasyonu yüzde 9’lardan çevirdi. Deniyordu ki ‘Amerika’da da enflasyon çok yüksek.’ Avrupa, yüzde 7’lerde durdurdu ve geri döndürdü. Ama Türkiye’yi dünyadan ayrıştıran bir tuhaf öz güven, bir kibir, bir iş bilmezlik, bir eleştirilemezlik hali, bir yanına sokulup da doğruyu bile anlatamazlık, denetlenemezlik durumu, önceki bakanın tanımlamasıyla ‘heteredoks’, bugünkü bakanın tanımlamasıyla ‘irrasyonel politikalar’a bizi yönlendirdi. Paramız hızla değer kaybetti. Enflasyon yükseldi. Rezervlerimiz eridi. Yurttaşlarımız yoksullaştı. ve sonuç olarak orta direk ortadan kalktı. Eskinin orta direği olan esnaf, memur, işçi artık yoksul. Eskinin yoksullarıysa derin yoksulluğun çaresizliği içinde. Eskinin orta direği, iş bulduktan iki yıl sonra bir elden düşme araba, beş bilemedin on yıl sonra yarısı peşin, yarısı taksitle bir eve başını sokabiliyordu. Bugün Türkiye’de yaşayan, babasından-annesinden miras kalmamış, evi olmayan hiçbir yeni işçinin bir ev sahibi olma; hiçbir profesyonel ve sahibinin kendisine ait bir arıcısının olmaması ümitsizliği Türkiye’deki orta direğin düştüğü durumu göstermektedir.

“GEMİNİN ROTASINI BATIDAN DOĞUYA ÇEVİRİP DE ŞANGHAY İŞ BİRLİĞİ ÖRGÜTÜ’NÜ İŞARET EDERSENİZ ORADA ŞATAFATLI SARAYLAR, GÜÇLÜ LİDERLER, BOLCA KORUMALAR AMA KİŞİ BAŞINA 4 BİN 500 DOLAR VAR”

100 yıl önce kurucu kadrolar, ‘Cumhuriyet kimsesizlerin kimsesidir’ dedi. Bu gururu taşıyoruz. Ama o Cumhuriyeti bugün yönetenler sadece size değil, hepimize birden dağılan bir pazar yerinden dökülmüş ezilmiş domatesleri toplarken yüzünü saklayan kişinin değil, onun yüzüne bakamayacak utancı hepimize yaşatacak bir düzeni kurdular, bir düzeni dağıttılar. Çocuğuna bez alamadığı için aylarca naylon bağlamış anneye doktor, ‘Sen ne yaptın’ deyince, ‘Sen benim yerimde olsan ne yapacaktın’ diyor. Uzun kuyruklar var. İkinci gün bayatlamış ekmeğin kuyruğu, taze ekmek kuyruğunun 20 katı. Siftahsız dükkan kapatan esnaflar, ürünü tarlada kalan, limonu, portakalı narenciye bahçesinde kalan Hataylılar, Antalyalılar, Mersinliler; yeterli beslenemeyen çocukların sorunu enflasyon falan değil. Onların sorunu hükümetin önceliğinde olmamak. Hükümetin tuttuğu tarafta olmamak. İktidarın tuttuğu tarafın kendi tarafları olmamasıdır. İşte o ‘kimsesizlerin kimsesi olan cumhuriyet’in kurucuları, karar verirken bir de yön tayin ettiler. Siyaset öncelik belirleme işidir dedim ya bir onun kadar önemli yön tayin etme işidir. Onlar yön tayin ederken ‘Muasır medeniyetleri yakalayın ve geçin’ dediklerinde Batı’yı bir yön olarak değil; bilime, çağdaşlığa, hukuka, iyi kamu yönetimine işaret ederek o yönü ifade ettiler. Şimdi o yöne bakınca mütevazı liderler, mütevazı evler, mütevazı konutlar ama 45 bin dolar milli gelirlik zengin halklar var -ki Avrupa Birliği’ni (AB) alıyorum ve yeni üyelerin aşağı çekmesiyle.- Biraz daha İskandinav ülkelerine giderseniz 70 bin dolarlardan bahsedeceksiniz. Ama o yöne gidemeyip de hepsinden kavga edip de AB hayalini kaybedip de ‘Gerekirse kendi kriterlerimi yaparım’ deyip de geminin rotasını batıdan doğuya çevirip de Şanghay İş Birliği Örgütü’nü işaret ederseniz işte orada şatafatlı saraylar, güçlü liderler, bolca korumalar ama kişi başına 4 bin 500 dolar var. 10 kat fazla olan milli gelir, 10’da 1’i biri olan milli gelir. İşte siyaset tam da böyle yön belirleme işidir. Bizim yönümüz hukukun, güçlü devletin, kuvvetler ayrılığının, bilimin yani 45 bin doların yönüdür. Sizin reva gördüğünüz yön, 4 bin 500 doların yönüdür.

“BİZ BİR ZAMANLAR ALMANYA’YLA AYNI MİLLİ GELİRDEYDİK, BUGÜN 6 KATIMIZ. AMERİKA’YLA AYNI MİLLİ GELİRDEYDİK, BUGÜN 7 KATIMIZ. KURTARMAYA GİTTİĞİMİZ GÜNEY KORE YARIMIZDI, BUGÜN 3 KATIMIZ”

Biz bir zamanlar Almanya’yla aynı milli gelirdeydik, bugün 6 katımız. Amerika’yla aynı milli gelirdeydik, bugün 7 katımız. Kurtarmaya gittiğimiz Güney Kore yarımızdı, bugün 3 katımız. Yani bizi, 6’ya katlamayan herhangi birisi yok. Şimdi sırada arkadan hızla yaklaşan Vietnam, Tayland, Polonya var. Eğer ‘ben bilirim’e devam edilirse, ‘en büyük ekonomist benim’le devam edilirse, yön diye hukuk değil de inat, yön diye kuvvetler ayrılığı yerine güçlü tek adamlar, yön diye birlikte karar verme devlet sistemi yerine tek kişinin aklıyla sınırlı kalınırsa, yanımızdan bu sefer Vietnam’lar, Tayland’lar geçmeye başlayacak. ve yıllar sonra bir başkası çıkıp bunları konuşacak bir kürsü, bunları anlatacak bir Meclis ve bundan ders çıkaracak ve düzeltecek bir demokrasi olmayacak. O yüzden hepimizin aklımızı başımıza alıp bu meseleyi baştan düşünmemiz lazım. Biz tüm kamu politikalarını gözden geçirip yaygın deyimiyle inovasyon -yani yenilikçilik- politikalarını tüm mekanizmaların parçası haline getirmezsek, bugün hızla kalkınan ülkelerle aramızdaki fark 2 kattan fazladır ve bizden sonraki nesillerin kapatamayacağı bir fark olacaktır. Çağ öyle bir çağdır. Bugüne kadar 5 fırsat dalgası kaçmıştır: Su gücünün getirdiği üretim üstünlüğü, buhar gücünün getirdiği avantaj, elektrik, petrokimya ve yazılımda hep birlikte bunları kaçırdık. Şimdi 6’ncı fırsat dalgası, yeşil dönüşümdür, dijital dönüşümdür. Bu bütçenin ve önümüzdeki bütçelerin bu dalgayı da kaçırmamak için hazırlanması, bu ülkenin bu bilinçle yönetilmesi gerekmektedir.

“KÖTÜ PARA TEK BAŞINA GELMEDİ. KÖTÜ PARA, MAFYA LİDERLERİYLE, İNSAN KAÇAKÇILARIYLA, UYUŞTURUCU KAÇAKÇILARIYLA, BARONLARLA BİRLİKTE GELDİ”

Hiçbirimizin reddedemeyeceği bir şekilde, Türkiye’de bugün bir suç ekonomisi de gündemde. Ekonomide siyaset, olması gereken taraftan kullanılmadığı için; yapmış olduğunuz tercihler ekonomi yönetiminde yetkin isimler olmadığı için; bu hatalarla, bu inatlarla felakete sürüklenen ekonomi için bambaşka çarelere bambaşka yollara sapıldığı için bugün memlekette bir suç ekonomisi var. Buradaydık, 15 Temmuz akşamından bir gece önceydi, gece 03.00’tü. ‘Yapmayın, etmeyin. Bu kara parayı getirir. Kötü para, iyi parayı kovar’ dendi. Gecenin 03.00’ünde ertesi haftaya bırakıldı. 15’inde kanlı darbe girişimi yaşandı, bu Meclis bombalandı, şuracıkta vatan evlatlarının üstünden tanklar geçti. Meclis salı günü açıldığında, ilk olarak Varlık Barışı Yasası getirildi. Nasıl bir aciliyeti, nasıl bir önemi, kime, nasıl bir mahcubiyeti varsa ilk elden geçirildi. Türkiye’ye kara parayı, takibatsız ve tarhiyatsız bir şekilde davet ediyordu ve inceleme, soruşturma, kovuşturma yapılmayacağını, vergi cezası, idari para cezası kesilmeyeceğini güvence altına alınıyordu. Diyordu ki ‘Parayı getir, yüzde 0 vergi. Önünü, arkasını sormayacağım. Yeter ki bu parayı benim sistemime koy.’ Ama kötü para tek başına gelmedi. Kötü para, kötü paracılarla birlikte geldi. Mafya liderleriyle, insan kaçakçılarıyla, uyuşturucu kaçakçılarıyla, baronlarla birlikte geldi.

“GRUP BAŞKANVEKİLLERİNİZ SOYLU’YLA İLGİLİ BİR SORUŞTURMA ÖNERGESİNİ YAZAR. 400 YÜZ KİŞİYLE YOLLARIZ. AKLANIRSA AKLANIR, AKLANMAZSA BU AYIPTAN KURTULURSUNUZ”

“SİİRT HALKI SANDIK BAŞINA GİDER, TAYYİP BEY’İ MİLLETVEKİLİ YAPAN OYLARLA KENDİSİNE BİR BELEDİYE BAŞKANI SEÇER, TAYYİP BEY DE O BELEDİYE BAŞKANINA KAYYIM ATAR. İŞTE SİİRT ÜÇLEMESİ BUDUR”

Burada sözüm AK Parti Grubu’na: Bir Siirt üçlemesi var, bilir misiniz? Tarih 6 Aralık 1997, Siirt Meydanı, Recep Tayyip Erdoğan bir şiir okur. Şiir şiirdir, düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamındadır. Ama gün gelir, soruşturma açılır, görevden alınır, hapse sokulur. ve ardından onun da mağduriyetiyle bir parti kurar, partisi iktidara gelir ama muhtar bile olamaz. Bu sefer tarih 9 Mart 2003’tür. Deniz Baykal ve arkadaşları, ‘Bir partinin genel başkanı en yüksek oyu aldıysa başbakan olmalıdır’ der. Siirt’te karşılıklı milletvekilleri boşaltılır. Recep Tayyip Erdoğan Siirt’ten milletvekili olur, 7 gün sonra yemin eder başbakan olur. O Siirt halkı, 31 Mart 2019’da sandık başına gider, Tayyip Bey’i milletvekili yapan oylarla kendisine bir belediye başkanı seçer, Tayyip Bey de o belediye başkanına kayyım atar. İşte Siirt üçlemesi budur.

“BİRİLERİ NE KADAR HİZMET YAPARSA YAPSIN, GENEL İKTİDARIN HASETLİĞİNDEN BİRAZ DAHA AZ EŞİTTİR”

Genel bütçeden belediyelere bir pay dağıtılıyor, orada bir sorun yok ama o paranın kimseye yeteceği de yok. Esas mesele, bakanlıklardan belediyelere çeşitli mekanizmalarla yapılan ayni ve nakdi yardımlar. Bunun için İller Bankası var. İller Bankası, bütün belediyelere eşit davranmak zorunda. CHP’li belediyeler, yüzde 65’e hizmet verir, İller Bankası’ndan yüzde 10 alır. Yüzde 35’e hizmet verenler, yüzde 90 alır. Yine eşit davranması gereken bir diğer kurum Belediyeler Birliği. Belediyeler Birliği, aidatın yüzde 56’sını CHP’li belediyelerden toplar ama hizmetin neredeyse tamamını Cumhur İttifakı’nın belediyelerine yapar. Hani diyorum ya birileri eşittir. Birileri daha az eşittir. Birileri verdiği oylarla daha az eşittir. Birileri ne kadar hizmet yaparsa yapsın, genel iktidarın hasetliğinden biraz daha az eşittir. Tüm bu baskıları, şundan yapıyorlar: 2019’da ‘CHP gelirse sosyal yardımları kesecek’ demişlerdi. Ama tam 5 katına çıkardık. Öğrencilerimiz, sırf tarikat yurtlarına muhtaç kalsınlar diye onlara yurt yapmıyordunuz, 5 yılda öğrencileriniz için dünya standartlarında 61 tane güvenli yurt yaptık. 160 binden fazla üreticimize, 10 milyardan fazla tarım desteği verdik. Gizli kapaklı ihaleler dönemini bitirdik. Belediyelerimiz, binlerce ihaleyi ve bütün belediye meclis toplantılarını canlı yayınladılar, sizinkilerin de hoşuna gitti, siz de şimdi canlı yayınlıyorsunuz. Şeffaf belediyecilikle Türkiye’yi tanıştırdık.

“2,6 MİLYON ANTALYA’NIN NÜFUSU AMA 16 MİLYONU YABANCI, 10 MİLYONU YERLİ 26 MİLYON TURİST AĞIRLIYOR. 2,6 MİLYONA GÖRE PARA VERİYORSUNUZ”

Siz zeytinlikleri bile inşaat alanına çevirirken bizim belediyeler şehirlerine 4 değil, 40 değil, 400 değil; 5 yılda tam 4 bin tane park yaptılar, yeşil alan kazandırdılar. Onun için bize hizmet etmeyelim diye haksızlık yapıyorsunuz. 5 yılda 162 olan kreş sayısını 432’ye çıkardık. Bunu, kadın sosyal hayata, çalışma hayatına katılsın diye yaptık. Allah bir gün gerçeğini de ilan etmeyi nasip edecek bu partiye, 18 bakanlıktan 9’unu kadın bakan ilan edenler bu ülkeyi yönetsin diye yaptık. Sayın Bakan, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı; senede bir kere sizi bulduğumuz için fırsat varken size parti ayırmadan çalışması gereken Turizm Bakanı’nı şikayet edeyim. Diyor ki ‘Muğla’da, Antalya’da belediyeler arıtma yapmıyor, ben yapıyorum.’ 2,6 milyon Antalya’nın nüfusu ama 16 milyonu yabancı, 10 milyonu yerli 26 milyon turist ağırlıyor. 2,6 milyona göre para veriyorsunuz. 26 milyona göre atık çıkıyor, atık su çıkıyor. Arıtmayı yapmak belediyenin boyunu aşıyor. Beyefendi geliyor, sözleşmeyi koyuyor, at altına imzayı, 25 yıllık atık su parasına el koyuyor. Ondan sonra dönüyor, diyor ki ‘Bu belediyelerin işi.’ Bir memlekette muhalefet başarılı olmasın diye, kendi hemşehrilerine hizmet etmesin diye muvazaalı işlem tesis edecek kadar ustalaştınız, hukuk dışına çıktınız. Bunları tutanakların önüne geçirmek benim boynumun borcu. Böyle belediye başkanlarına nasıl sahip çıkılır, 31 Mart’ta milletimiz size gösterecek.

“BİR BAKTIK Kİ ANAYASANIN BİR MADDESİNİ YÜRÜRLÜKTEN KALDIRAN DARBE GİRİŞİMİNİN BAŞINDA RECEP TAYYİP ERDOĞAN VARMIŞ”

Darbenin en net tanımı, anayasayı ortadan kaldırmaktır. Darbeci topla tüfekle gelirse askeri darbe olur, sivil gelirse sivil darbe olur. Hedef anayasanın bir kısmını ya da tamamını ortadan kaldırmak. Geçtiğimiz günlerde böyle bir darbe girişimiyle karşı karşıya kaldık. Bir gün size darbe yaptılar, biz sizinle birlikteydik. Şimdi bize darbe yapıyorlar. Darbe bütün dünyada doğası gereği iktidara yapılır. Bütün dünya döner, ana muhalefetin gözünün içine bakar. Bizim gözümüzün içine bakanlar, geçmişte sizin etle tırnak olduklarınız; burada ateşi gördüler, demokrasiyi gördüler, bu millete sahip çıkmayı gördüler. Bir gün kalktık, bir haber: Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Anayasa’nın 153. maddesini yırtmış, atmış, ‘bence yok’ diyor. Sandım ki bu darbeyi de hep beraber direniriz. Bir baktık ki Anayasa’nın bir maddesini yürürlükten kaldıran darbe girişiminin başında Recep Tayyip Erdoğan varmış. Yargıtay’ı sahiplendi. Can Atalay’a diyor ki ‘Sen milletvekili seçilemezsin. Bana gelir, kararı ben veririm.’ Hatay halkına diyor ki, ‘Sen kendine vekil seçemezsin, son kararı ben veririm.’ Sayın Bahçeli’ye diyor ki ‘Siz oturumun reisi olarak davet edersiniz ama kürsüye gidecek mi, kararı ben veririm.’ Size diyor ki ‘Meclis Başkanı bir karar verdim, bugüne kadar niye okutmadın?’ Biz hepimiz, bu makamlara, bu mevkilere bu kadar saygılıyken Yargıtay’ın bu darbe girişimine siz karşı çıkmıyorsanız, Tayyip Erdoğan karşı çıkmıyorsa, karşı çıkması gerekenler çıkmıyorsa biz 15 Temmuz gibi yine sizin yerinize ve sizin de lehinize demokrasi için bu darbeye direnmeye devam edeceğiz.

“BU MİLLETLE BİRLİKTE MÜCADELE ETMEYE, VAR OLMAYA, ÇALIŞMAYA DEVAM EDECEĞİZ. BU BÜTÇE ONLARIN BÜTÇESİ OLMADIĞI İÇİN BU BÜTÇEYE RET OYU VERECEĞİZ”

Bu hafta sonu Almanya’daydım. Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin kongresindeydim. Alman Şansölyesiyle konuştum, Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin Eş Genel Başkanlarıyla konuştum. ve şunu söyledim: Bir ülkenin güvenlik kaygıları başkadır ama bir ülkenin çocuk öldürmesi, hastane vurması, sivil vurması bahanesi ne olursa olsun katliam yapması başkadır. Biz bu sınırların içinde muhalefet partisiyiz. Bu sınırların dışına çıktığımızda bir yanlış yapıyorsanız peşinize dizilecek değiliz. Ama ülkenin haklı davasında, Filistin’in haklı davasında, Azerbaycan’ın haklı davasında, Kıbrıs’ın haklı davasında sizden fazla bu davanın arkasındayız, takipçisiyiz.

Bizim tarafımız belli. Biz bir mücadelenin tarafındayız. Bizim mücadelemiz, 7 bin 500 lira emekli maaşına mahkum edilmiş Fahika Teyze’nin mücadelesidir. Bizim mücadelemiz, mahalle pazarında akşam olmasını bekleyip yüzünü örten Zehra Anne’nin mücadelesidir. Bizim mücadelemiz, kadrolu arkadaşları yemeğe geçerken ‘benim karnım tok bugün, iştahım yok biraz’ diyerek öğün atlatan taşeron işçisi Rıza’nın mücadelesidir. Bizim mücadelemiz, atanmadığı için özel okulda ders ücretiyle asgari ücretin yarısına çalışan Sevgi Öğretmen’in mücadelesidir. Bizim mücadelemiz, profesyonel emeği sömürülen ucuzlatan, değersizleştirilen tüm emekçilerin mücadelesidir. Bizim mücadelemiz haklıların, emekçilerin, emeklilerin mücadelesidir. Ölünmeyecek yerde ölenlerin, ölenlerinin ardından yas tutanların, Soma’daki 301 işçinin, Ermenek’te, Amasra’da ölenlerin, Erzurum’da elektrik onarımına giderken buzun üstünde ölenlerin, tren kazasında ölenlerin, barut fabrikasında ölenlerin, havai fişek fabrikasında ölenlerin, onun arkasından yas tutanların ve onlar için mücadele eden herkesin mücadelesidir. Akbelen’in mücadelesidir, Yırca’nın mücadelesidir, derelerin mücadelesidir, ekoloji mücadelesidir. Bizim mücadelemiz, bu halkın mücadelesidir. Bu mücadele için, bu milletle birlikte mücadele etmeye, var olmaya, çalışmaya devam edeceğiz. Bu bütçe onların bütçesi olmadığı için bu bütçeye ret oyu vereceğiz.”

Kaynak: ANKA / Güncel

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir